“Firmitas, utilitas, venustas” yani “sağlamlık, kullanışlılık, güzellik”… M.Ö. 1. yüzyılda yaşamış olan Romalı mimar Vitruvius, başarılı bir mimarinin gerekliliklerini bu şekilde özetlemiş. 1581’de bir İngiliz yazar mimarlığı “yapı bilimi” olarak tanımlarken, Sir Henri Watton “The Elements of Architecture” (1624) adlı kitabında mimarlığın üç koşula -kullanışlılık, sağlamlık, güzellik- yanıt vermesi gerektiğini belirtir. Bütün bu tanım arayışları içerisinde taşıyıcı sistemin mimarinin ana bileşenlerinden biri olduğu keşfedilir. Mimari, tasarım aşamasının her noktasında strüktür ile bütün olarak ele alınır. Çünkü mimari bir tasarımın güzelliğinin tartışılabilir olması için önce ayakta kalabiliyor ve sağlam olması gerekir. Burada da en önemli rol, yapının ayakta kalmasını sağlayan taşıyıcı sistemine, yani strüktüre düşer.
Mimarlık tarihi boyunca değişim ve gelişim gösteren üslup, stil ve yönelimlere şekil veren değişkenlerden biri de strüktürdür. Zamanla evrilen teknolojinin imkan verdiği yeni buluş ve teknikler; strüktürün gelişmesini sağlamış, bu gelişim elbette ki mimariye de yansımıştır. İlk olarak Descartes’in rasyonalist söylemleriyle başlayan pozitif düşünce ve onun getirisi olan teknolojik gelişmeler, ilerleyen zamanlarda Endüstri Devrimi ile ivme kazanmış. Endüstrinin ve teknolojinin çok hızlı bir şekilde gelişmesi, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılda temel üretim ve yapım alanının felsefe ve sanattan teknolojiye geçmesine neden olmuş. Yaklaşık 4000 yıldır kullanılmasına rağmen bilimsel olarak ilk bu dönemde kompoze edilen metal malzeme, o dönemin yeni ürünlerinin en önemlilerinden birisi. Aynı zamanda, yapı sektöründe yeni yapı malzemelerinin kullanılmasının yanında; yeni yapım teknikleri de palazlanır ve tüm bu gelişmeler ışığında mimarlık camiasında önemli yenileşmelere neden olur. Modern mimarlığın temelleri bu dönemde atılır.
Mimarın hayatına giren farklı disiplinler onun karar verme mekanızmasına şekil verecek etkenler haline gelir. Artık malzeme ve sistemler, standart bina sistemlerinin ve elemanlarının türevleri değil, tasarım sürecine yön veren ana etkenler olmuşlardır.